10 Aralık 2007 Pazartesi

.BALLI BİTKİLER – II




2। Ağaçlar ve Çalılar


Ülkemiz nektar ve salgı üreten ağaçlar yönünden değerli türlere sahiptir। Ağaç ve çalılar içinde nektar ve salgı üretimi bakımından en önemlileri; akasya, ıhlamur, okaliptüs, çam, funda, çeşitli meyve ağaçları, söğüt, yalancı akasya, akçaağaç, böğürtlen, muz, kestane, koca yemiş, püren, erguvan ve meşedir. Köknarların ve bazı ibreli ağaçların çiçekleri nektar salgılamaz. Yalnızca bazı yaprak bitlerinin çıkardığı artık maddeler ve geçen seneden kalan eski ibrelerin sızıntıları arılar için bal kaynağı oluşturur. Köknar ibreleri yaz başında sıcak günlerde tatlı su salgılar. Bu salgılama bir iki hafta gibi bir süre devam eder. Ancak, çamlarda yaşayan böceklerin salgı üretmeleri uzun sürelidir. Bu salgıların toplanarak çam balına dönüştürülmesi ülkemiz bal üretimi ve ihracatı yönünden çok önemlidir. İhraç edilen balımızın tamamına yakını çam balıdır. Bu bitkilerden bazılarının çiçeklenme veya salgı zamanı, yayılış alanı ve bal özellikleri aşağıda verilmiştir. -------------------------------------------------------Akasya


Değişik iklim koşullarına kolaylıkla uyum sağlayabilen akasya, ülkemizde yaygın olarak rastlanabilen bir ağaç türüdür। Akasyanın arıcılık açısından oldukça önemli bir yeri vardır। Görünümü ile de park ve bahçelere ayrı bir özellik katan akasya dikiminin hızlandırılmasına ülke çapında önem verilmelidir. Ağaçlandırma yapılacak bölgelere dikilecek her akasya ağacının üretici ve ülke ekonomisine katkısı büyük olacaktır. Akasyanın çiçeklenme dönemi bölgelere ve yüksekliğe bağlı olarak Nisan-Haziran ayları arasındadır. Akasya balının tadı ve kokusu çok güzeldir ve oldukça geç kristalleşir. Kendine özgü parlaklık ve akıcılığını uzun süre kaybetmez. Bir dönüm akasyadan 150 kg bal üretilir. ---------------------------------------------------------------------------------------------------


İğde ---------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu familyanın iki türü Türkiye'de doğal olarak bulunur. İğde, bazı bölgelerde ağaççık, bazı bölgelerde ise ağaçtır. Çiçekleri açık sarı renktedir. İğde çiçeğinin güzel kokusu herkes tarafından bilinir. Arılar sabahın erken saatlerinden günün geç vakitlerine kadar iğde çiçeklerini ziyaret ederler. Çiçeklenme süresi bulunduğu bölgeye göre değişir. Ilıman iklimin hüküm sürdüğü alanlarda Nisan ayında, daha iç bölgelerde ise Mayıs ve Haziran aylarında çiçeklenme gözlenir. İğdenin nektarı çok fazla değildir ve geniş alanlarda ekimi yapıldığı zaman arıcılık açısından değer kazanır. -------------------------------------------------------------------------------------------------Söğüt --------------------------------------------------------------------------------------------------
Arılar için özellikle erken ilkbaharda önemli bir nektar ve polen kaynağıdır. Ülkemizde sulak arazilerde doğal olarak yayılış gösterir. 1 dekar söğüt alanından 10-15 kg bal alınabilir. Balı geç kristalize olup sarı renklidir. ----------------------------------------------------------------------------------------------------Kestane ----------------------------------------------------------------------------------------------------
Ülkemizde Karadeniz, Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde doğal olarak yetişir. Haziran-Temmuz aylarında çiçeklenen kestaneden elde edilen balın rengi koyu kahverengi olup acımsı ve kendine özgü keskin bir kokusu vardır. Tıbbî ballar arasında kabul edilen kestane balı geç kristalize olur. Farenjit, astım, kansızlık durumlarında iyileştirici özelliği vardır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yakı Otu : Bu bitkinin 21 türü Türkiye'de yetişmektedir। Çok yıllık bir bitkidir। Çiçekleri pembe renkte ve çok güzeldir। Bazı ülkelerde yakı otu kültüre alınmıştır ve yetiştiriciliği yapılmaktadır. Yüksekliği 600-3000 m arasında olan yeşil alanlarda, ormanlarda ve kayalık bölgelerde yakı otuna rastlamak mümkündür. Bursa, Ankara, Sinop, Ordu, Giresun, Trabzon, Kars, Balıkesir, Kütahya, Kayseri, Erzurum, Bitlis, Ağrı, Antalya, Van ve Adana'da bulunur. Balının rengi açık yeşildir. Kristalleştiği zaman beyaz bir renk alır. Balının çok güzel bir tadı ve aroması vardır. Bir hektar yakı otu ekili alandan 600 kg bal alınabilir. -------------------------------------------------------------------------------------------------Okaliptüs :


Okaliptüs, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak da kullanılmaktadır. Her zaman yeşildir ve Akdeniz Bölgesi ikliminden hoşlanmaktadır. Bu bitkilerin boyu 30 metreye kadar çıkabilir. Çok yoğun sarı çiçekleri vardır. Türkiye'de en çok Mersin ve Adana bölgesinde bulunmakla birlikte İstanbul, İzmir, Antalya ve Hatay'da da bu bitkiye rastlamak mümkündür. Çiçeklenme dönemi türe ve bölgeye göre Kasım-Haziran ayları arasındadır. Balı yavaş kristalize olur. ------------------------------------------------------------------------------------------------------
Narenciye -------------------------------------------------------------------------------------------------------
Narenciye bitkileri arasında portakal ve limon arılar için önemli nektar kaynaklarıdır. Ülkemizde Akdeniz ve Ege bölgelerinde geniş alanlarda kültüre alınmıştır. Balı kendine has hoş kokulu olup C vitamini bakımından zengindir. --------------------------------------------------------------------------------------------------------
Püren ---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ülkemizde Akdeniz, Ege, Trakya ve Karadeniz bölgelerinde doğal yayılış gösteren pürenin ilkbahar ve sonbaharda çiçeklenen türleri vardır. Çiçekleri pembe ve mor renkli olup arılar için zengin nektar ve polen kaynağıdır. Püren balı kendine has aromalı, hafif acımtırak, oldukça kıvamlı ve kıymetlidir.

11 Kasım 2007 Pazar

BALLI BİTKİLER - I

Ballı Bitkiler ve Sınıflandırılmaları :Ülkemiz bitki varlığı bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasındadır। Tüm Avrupa kıtasında 12।000 dolayında bitki türü varken sadece ülkemizde 10।000 dolayında bitki türü bulunur। Bunların içinde arıcılık yönünden önem arz eden pek çok tür doğal olarak yayılış göstermektedir. Başarılı bir arıcılık yapabilmek için arıcılık yapılan bölgelerde nektar ve polen verimi bol olan bitkilere ihtiyaç vardır. Çiçeğin olmadığı yerde arıcılık yapmak mümkün değildir. Bu bakımdan arıcılık, uzun süre çiçek açan ballı ve polenli bitkilerin bulunduğu yörelerde yapılmalı ya da koloniler bu bölgelere götürülmelidir. Bitkilerin nektar verimine; bitkinin kendisiyle ilgili türü, nektar salgı miktarı, çiçeklenme durumu ve süresi gibi faktörlerle birlikte güneş ışığı, hava sıcaklığı, nem ve toprağın yapısı gibi ortamla ilgili çevresel faktörler etkide bulunur. Nektarın az veya çok şekerli olması yukarıdaki faktörlere bağlıdır. Arılar şeker oranı yüksek nektarları tercih ederler. Kısaca nektar sağlayan bitkinin değeri ve arılar açısında çekiciliği; bitkinin çiçeklenme süresine, bu süredeki nektar salgılama miktarına ve nektarın şeker oranına bağlıdır. Her bölgenin hatta her memleketin kendine has bazı doğal ballı bitkileri vardır. Buna ek olarak, ekim ve dikim yolu ile arılar için mer'a ve nektar kaynağı oluşturulabilir. Uygun bir arazi belirlenerek bu gibi bitkileri ekmek suretiyle hem arılara nektar kaynağı hazırlanır ve hem de hayvanlar için yem elde edilmiş olur. Hayvancılığın gelişmesi için yem bitkileri tarımı önemlidir. Baklagil yem bitkileri, hayvanlar için kuvvetli bir besin kaynağı olduğu kadar arılar için de değerli bir nektar ve polen kaynağıdır. Orman ağacı olarak ıhlamur, kestane, okaliptüs arılar için değerli nektar kaynaklarını oluştururlar. Bunun yanında yalancı akasya arılar için çok değerli nektar kaynağıdır. Arıcılık için değerli nektar kaynağı olan ve iyi kalite bal yapan bitkileri; kültür bitkileri, doğada kendiliğinden yetişen bitkiler ve ağaçlar ve çalılar olmak üzere üç grupta toplayabiliriz.
1। Kültür Bitkileri
2। Ağaçlar
3। Çalılar
1। Kültür Bitkileri Bu guruba baklagil yem bitkileri ile endüstri bitkileri girmektedir. Yem bitkisi olarak ekilen yonca, korunga ve kolza en başta yer almaktadır. Endüstri bitkisi olarak pamuk ve ayçiçeği arıcılık için çok önemli kültür bitkileridir. Bunlar kültüre alınmış bitkiler oldukları için çiçeklenme dönemleri farklılık gösterir ve arılar için çok zengin ve uzun süreli nektar kaynaklarını oluştururlar. Bu bitkilerden bazılarının çiçeklenme zamanı, yayılış alanı ve bal özellikleri aşağıda verilmiştir.

Kırmızı Üçgül: Baklagiller familyasına ait bir çok bitki türü ülkemizde doğal olarak yetişmektedir। Fiğ, yonca, korunga gibi kültür formlarının ekimi ise çok geniş alanlarda yapılmaktadır. Bu familyaya ait ballı bitkilerin sayısı, diğer familyalara göre daha fazladır. Ülkemizde yaygın olarak yetişmekte olan kırmızı üçgülün çiçeklenme dönemi, yetiştiği bölgenin iklim koşullarına göre farklılık gösterir. Çiçeklenme dönemi, ılıman iklimin hüküm sürdüğü bölgelerde Nisan ayında başlar ve Eylül ayına kadar sürer. Kırmızı üçgül balının çok güzel bir tadı ve kokusu vardır. Çok açık sarı renktedir. Kristalleşmesi çabuktur. Bir dönüm kırmızı üçgül ekili tarladan 10 kg bal alınabilir.

Beyaz Üçgül :Ülkemizde hayvan yemi olarak geniş alanlarda ekimi yapılan beyaz üçgül, aynı zamanda arılar için önemli bir nektar kaynağıdır। Mart ayından Eylül ayına kadar çiçekli kalabilen beyaz üçgülün balı, kovandan yeni alındığı zaman renksiz veya çok açık sarıdır. Kovandan alındıktan çok kısa bir süre sonra şekerlenir. Beyaz üçgül balının güzel bir tadı vardır ve oldukça yumuşaktır. Bir dönüm beyaz üçgül ekili tarladan 10 kg bal alınabilir.

Ayçiçeği :Ülkemizde geniş alanlarda ekimi yapılan önemli bir tarım bitkisidir। Trakya bölgesinde yoğun olarak yetiştirilir. Arı, ayçiçeğinin nektarını alırken bu bitkinin tozlaşmasına katkıda bulunarak döllenmesini sağlar ve böylelikle ürün ve kalite artışına neden olur. Ayçiçeğinin çiçeklenme dönemi Temmuz ayıdır. Ayçiçeği balı kovandan yeni alındığında altın sarısı rengindedir. Kendine özgü bir tadı vardır. Ayçiçeği balı çok çabuk kristalleşir. Kristalleştiği zaman mum gibi görünür. Bir dönüm ayçiçeği ekili tarladan 5 kg bal elde edilebilir.

Yonca :Bu bitkinin değişik türleri ülkemizde doğal olarak yetişmekte olup bir kaçı da kültüre alınarak hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Yonca, çok yıllık bir bitkidir. Menekşe moru renginde çiçekleri vardır. Yüksekliği 250-2000 metre olan taşlık yamaçlarda, çayırlarda ve step alanlarda rastlanır. Çiçeklenme dönemi Mayıs'ta başlayıp Eylül'e kadar devam eder. Zonguldak, Gümüşhane, Erzurum, Kars, Nevşehir, Sivas, Erzincan, Muş, Ağrı ve Gaziantep'te doğal olarak bulunur. Yonca balı, yeni hasat edildiğinde açık sarı renktedir ve çabucak kristalleşir. Kristalleşen yonca balı katı ve krem rengi bir görünüm kazanır. Balının çok güzel bir aroması ve kendine özgü bir tadı vardır. Bir hektar yoncadan 400 kg dan fazla bal alınır. Nektarının bol olması ve kaliteli bal vermesi nedeniyle yonca önemli ballı bitkiler arasında yer almaktadır.

28 Ekim 2007 Pazar

BALDA KRİSTALLENME - SÜZME BAL - ISITMA VE DEPOLAMA İLE KALİTE KAYBI

Balda kristallenme olayı, früktoz miktarının glikoz miktarı oranına, glikoz miktarının su miktarı oranına ve balın polen içeriği ile baldaki kristal ve yabancı partiküllerin bulunmasına bağlı olarak ortaya çıkar। Pamuk ve Ayçiçek balları hasattan kısa bir süre sonra kristalleşmekte ve bu özellik ısıtma ile giderilememekte, çam balları ise saf olduğu takdirde sıvı olarak kalmakta , az miktarda kristalleşen çiçek balları ile karışık olması durumunda kristallenmektedir.

Süzme Bal; Ortam sıcaklığı 35 °C'ı geçmeyecek biçimde petekli balın santrifuj metodu veya dinlendirilerek süzülmesi ile elde edilen balı ifade eder...
Süzüm sonrası yeterince dinlendirilen balın su oranı özellikle % 18’ in üzerinde ise fermantasyona uğramaması ve ballarda kristallenmenin geciktirilmesi için ısıtma işlemi uygulanmalıdır. Yüksek ısıda ve uzun süreli ısıtılması hallerinde balın tat ve aroması değişir, rengi koyulaşır, diastaz, invertaz ve gliko oksidaz gibi enzimlerin kayba uğraması sonucu kalite kayıpları meydana gelir.
Diastaz aktivitesinin düşmesine karşılık; früktoz parçalanarak hidroksimetil furfurol(HMF) miktarında artma meydana gelir. HMF; Yüksek ısıda bazı asitlerin etkisi ile früktozun parçalanması sonucu meydana gelen bir bileşiktir. Yükselmesi balın kalitesini bozduğu gibi , bal insan sağlığı için zararlı bir maddeye dönüşmektedir.Balların depolanması sırasında da kalite kayıpları meydana gelir. Bal kavanoz gibi şeffaf ambalajda ise, karanlıkta saklanmalıdır. Işık, depo ısısı ve nispi nem balın depolanması üzerine etkili bir faktörlerdir. Kovandan alınan ballı petekler uzunca süre saklanacaksa, sıcaklığı 10 derecenin altında ve nispi nemi % 60 olan depolar kullanılmalıdır..Isıtmada olduğu gibi depolama süresi uzadıkça balda diastaz enzimi azalarak HMF miktarında artma görülmektedir.
Fermantasyon: Balda bulunan glikoz ve früktoz şekerlerinin maya bakterilerinin etkisi ile etil alkol ve karbondioksite dönüşmesi olayı olup, sonuçta balın tadı bozulur. Fermantasyon mayaları (bakteri ve spor halinde) balda tabii olarak vardır. Bunlar diğer tip bakterilere nazaran yüksek şeker konsantrasyonunda gelişme çoğalma özelliğine sahiptirler. Ancak tam olgunlaşmış bal bu bakterilerin gelişmesini engelleyen şeker üst limitindedir. Baldaki fermantasyonun başlamasına baldaki su oranı, bünyesindeki mayaların cinsi, miktarı depolama ısısı etki eder. Bal % 17’den az su içeriyorsa bir yıl içinde kendiliğinden fermantasyona uğramaz.

Diastaz sayısı; 100 g balda bulunan amilaz enzimlerinin, 38-40 °C'da, 1 saat içerisinde ve deney koşullarında önceden saptanan bitiş noktasına kadar parçaladığı nişasta miktarını
Balda HMF miktarı: 40 mg/kg Ôdan fazla olamaz..

Diastaz (Amilaz) :Şeker sindiriminde rol oynayan bir enzimdir. Çürük olayını tetikleyen bir durumdur. (Çürüme- Bozulma)

HMF - HİDROKSİMETİL FURFURALIN TANIMI VE BALLARDAKİ ÖNEMİ :HMF, ısı işleme sonucu indergen şekerler ve aminoasitler arasındaki tepkime ile oluşan ve birçok mamulde aşırı ısı uygulamasını önlemek için miktarı sınırlanan bir bileşiktir। Bu sınır balda en çok 40 miligram/kilogram dır। Bir başka tanıma göre pişirme yada siterilizasyon esnasında gıdalara uygulanan ısı işlemeleri sonucu indirgen şekerlerin, aminoasitlerle oluşturduğu ve enzimatik olmayan “Maillard reaksiyon” neticesinde oluşan en temel ana üründür। HMF’nin sitotoksik, genotoksik ve tümörijenik etkileri olduğu tespit edilmiştir. HMF işlem sırasında ısıltılmakla oluştuğu gibi uzun süre bekletilen ballarda da zamanla oluşabilmektedir.Balda HMF oluşumu PH, sıcaklık, ısıtma süresi ve şeker konsantrasyonuna bağlı olduğundan balın kalitesini belirlemede kullanılan en önemli kriterlerdendir. HMF taze ballarda az miktarda bulunur. Balın uzun süre depolanması ve yüksek sıcaklıkta ısıtılması sonucu bu oran 30-40 miligram/kilogram a yükselirken bazen bu sınırları da aşabilmektedir. Bu oranın l50 miligram/kilogram dan büyük olması bala invert şeker katıldığının bir belirtisidir. Bal eldesi sırasında süzme işlemini kolaylaştırmak ve kristalleşmeyi geciktirmek için ısı işlemi uygulanmaktadır. Bu da diastaz aktivitesinde azalmaya sebep olur. Bu durum balın tağşiş edildiği ya 55 derecenin üstünde ısı işlemi uygulandığını belirtisidir. Artı 4 derecede muhafaza edilen balların HMF miktarlarındaki artışların çok düşük oranlarda olduğu tespit edilmiştir.
KİMYASAL ÖZELLİKLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER:- HMF değerinin kül oranıyla ters yönlü ilişkisi vardır. - Baldaki şeker oranı arttıkça (özellikle fruktoz) HMF düzeyi de doğru orantılı olarak artmaktadır.- Magnezyumla kül arasındaki ilişki pozitif yönlüdür. - Diyastaz ve invert şeker arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. - Asitlik ve invert şeker arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. - pH ile demir arasında doğrusal ve yüksek düzeyde bir ilişki saptanmıştır.- pH ile çinko arasında negatif yönlü ve yüksek düzeyde bir ilişki saptanmıştır. Çinko alaşımlı galvanize tenekelerde saklanan ballarda asitliğin yükseldiği saptanmıştır.



Referanslar: İzmir Veterinerler Odası, Hacettep Üniversitesi Yayınları, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları

19 Ekim 2007 Cuma

BAL NASIL SAKLANMALI?

Saf ve temiz bal, genel olarak çabuk bozulmayan ve saklanması kolay bir maddedir. Ancak balın kapalı kutularda hava ile ilişkisi olmayacak şekilde saklanması gerekir.Çok sıcak, rutubetli ve kokulu yerlerde balın saklanması doğru değildir. Süzme ballar, cam kavanozlarda hiç hava almayacak şekilde güneşden uzak bir ortamda veya özel yapılmış paslanmaz tenekelerden yapılmış özel kaplarda saklanması gerekir.

Kahvalti sofralarinin vazgeçilmez yiyecegi olan balın saklama kosullarına dikkat edilmezse sekerlenir ve besin degeri kaybolur.
Bal tüketimi sırasında kullanılan kaşık çatal vs araçlar önem arzeder.
Islak demir kaşık bal şişesine sokulmamalı, Bunu yerine kuru ağaç kaşıklar tercih edilmeli, Bal tüketim sürecinde gün ışığına maruz kalırsa bozulma süreci hızlanır। Şekerlenen bal bozuk bal anlamına gelmez

ARI ZEHRİ ve TEDAVİDE KULLANIMI

Arı Zehirinin Bileşiği ve Özellikleri: Arı zehiri, arıdaki sokucu iğne yoluyla çıkan, güzel kokulu ve şeffaf bir akıcıdır. Ancak bunun tadı acı, kokusu ise yakıcıdır.

Yaygın görüşlere göre arı zehiri termik ve malik asitleri ihtiva eder. Ayrıca Hidroklorik, İzofosforik, Histamin, Kolin, Tiriptofoin, Kükürt ve diğer maddeler de bunlar arasında yer alır. Mesela Fosfat, Magnezyum, Bakır, Kalsiyum, çok sayıda proteinler ve uçucu yağlar sayılabilir.

Arı zehiri en yüksek sıcaklık ve en düşük soğukluk derecelerine karşı mukavemet eder. Kaynatmak veya dondurmakla da arı zehirinin oranında bir eksiklik olmaz.

Yeni ilmi araştırmalar, arı zehirinin en kuvvetli bir antibiyotik olduğu neticesine varır. Araştırıcılar 20 ppm. lik arı zehiri çözeltisinin, mikrop öldürücü olduğunu tesbit etmişlerdir. Paramezyum denen mikroskobik canlının, 100ppm. lik arı zehiri çözeltisinde hemen; 20ppm. lik çözeltide ise. 30 saniyelik bir bekleme neticesinde öleceği, 17ppm. nisbetinde de bölünme hâdisesinin görüleceği düşünülür. Bu açıklamalardan; değişik ölçülerde arı zehiri ihtiva eden çözeltinin, biyolojik tesirlerinin de o ölçülerde değişeceği anlaşılır.
Arı zehirinin birçok rahatsızlığa iyi gelmesi nedeniyle üretimi ve tıpta kullanımı her geçen gün belirgin bir şekilde artmaktadır. Farmokolojik olarak arı zehiri, romatizmal ağrılarda (eklem iltihabı) tedavi edici, kan dolaşımını artırıcı, bakteri öldürücü, radyasyona karşı koruyucu, tansiyon düşürücü, etkileri ve bağışıklık sistemini aktive edici etkilere sahiptir.
ABD de eczanelerde saf arı zehiri, tablet olarak satılmakta ve çok ilgi görmektedir.
Arı zehiri ile herhangi bir tedaviye başlamadan önce mutlaka arı zehiri alerji testi yaptırılmalıdır. Arı zehiri tedavisi, tüberküloz, bel soğukluğu, endokardit rahatsızlıklarında ve hamilelikte kullanılmamalıdır.
İnsanların tedavisinde arı zehirinin toplanarak kullanımı yerine, ergin işçi arıların doğrudan hastayı iğnelemesi yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemde; arılar kovan önünden, kuluçkalık veya ballık bölümünden açılan küçük bir delikten kavanozla toplanabilirler. Toplanan 10-100 adet işçi arı, yaklaşık iki hafta şeker şurubuyla beslenir ve hasta üzerinde günlük sokma işleminde kullanılır.
Arı zehirinin eczacı veya fizik tedavi uzmanı gözetiminde, arı iğnesi hazırlanarak, enfeksiyonlu bölgeye enjekte edilebileceği gibi kremlerin, merhemlerin yapısında kullanılması da mümkündür.
Tedavi süresince kesinlikle alkol alınmaması gerekmektedir. Bunun yanında süt, beyaz ekmek, dondurma, pirinç, şeker vb. beyaz yiyecekler tüketilmemelidir. Bunlara ek olarak 1000-5000 mg. C Vit., 100-300 mg., B Vit. kompleksi ve 400 IU. E Vit. alınması tavsiye edilir. Arı zehiri tedavisine en az 6 ay devam edilmesi önerilmektedir.
Arı zehirinin ilaç olarak kullanımı çok eskiye dayanmaktadır. M.Ö. 2000 yıllarına ait bir papirüste arı zehrinin tedavi maksatlı kullanımının delillerine rastlanmıştır. Dr.Foster tarafından Almanya'da geliştirilen ve 1935 yılında piyasaya sürülen arı zehri etken maddeli ürün olan Forapin günümüzde de hala kullanılmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak 1983 yılında Amerika'da Arı Ürünleriyle Tedavi Derneği kurulmuştur ve günümüzde de çalışmalarına devam etmektedir.
Bugün için arı zehiri tedavisi ABD, Çin, Japonya, Güney Kore, Rusya, Bulgaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya, Avusturya, Almanya, İsviçre ve Fransa'da kullanılmaktadır. Günümüzde 9 Avrupa ülkesinde arı zehiri içeren 22 farklı ürün kullanılmaktadır.
Dünyada bir çok araştırmacı arı zehiri ile, özellikle köpek, kedi, at gibi hayvanlar üzerinde deneyler yapmışlar ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Özellikle arthritis(eklem iltihabı) ve romatizma, M.S., kronik ağrılar, depresyon, tümörler, böbrek problemleri, kas spazmları, göz hastalıkları, meme hastalıkları, bademcik, vajinitis, ürtiker ve prostat rahatsızlıklarında başarıyla kullanıldığı belirlenmiştir. Multiple sklerosis hastalığı bugün dünyada tıp otoritelerince tedavi edilemez hastalıklar arasında gösterilmektedir. Arı zehiri ile 1500 MS hastası üzerinde yapılan ve 6 ay süren bir çalışmada tedaviye alınan 4 değişik grupta % 30-86 arasında bir başarı elde edilmiştir. Bu sonuç MS için gelecekte umut vericidir.
Arı zehirinin etkili olduğu kabul edilen MS, arthritis (eklem iltihabı) ve romatizma rahatsızlıklarından başka epilepsi( sara ), migren, Sinüzit, bazı kanser türleri, damar tıkanıklıkları, astım ve AİDS'te kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Çağın vebası olarak nitelendirilen AİDS üzerinde yapılan çalışmada arı zehirinin HİV virüsünün bağışıklık sistemini çöktürücü etkisini kişinin bağışıklık sistemini güçlendirerek önce yavaşlattığı sonra da gelişimini durdurduğu ortaya konulmuştur (Tolon,B. 2002). Kanser vakalarında ise arı zehirinin merhem, tablet veya iğne yoluyla vücuda uygulanmasıyla umut verici gelişmeler kaydedildiği belirtilmektedir.
Arı zehrinin etkin mekanizmalarından biride yapısındaki pek çok aktif aminoasit, mikro elementler ve protein yapıdaki melittin sayesinde bağışıklık sisteminin düzenlemesi ve beyin sinir iletimini uyarması, böylece sinir sisteminin düzenli çalışmasını sağlamasıdır.
Sonuç olarak antibiyotiklerin etkisini yitirdiği günümüzde arı ürünleri, insanları çeşitli hastalıklara karşı koruyan en iyi doğal savunma yöntemi olarak kabul edilebilir.
Arı ürünlerinin tek kullanımının yanında tümünün belirli oranlarda karıştırılarak kullanımının daha yararlı olduğu ve her hangi bir sağlık probleminin çözülmesinde bir ilaç olarak tıbbi tedavi yöntemleri ile birlikte kullanılabileceği bildirilmektedir. Bu yönüyle arı ürünleri tıbbın alternatifi değil destekçisi olarak görülmelidir.

Ref:TKV Teknik Arıcılık El Kitabı,

12 Ekim 2007 Cuma

ARININ KARINCIKLARI VE BALIN ŞİFASI

.......Sonra meyvelerin her türünden ye de Efendinin sana kolaylaştırdığı yollara koyul. Onun karınlarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, insanlar için onda şifalar vardır. Şüphesiz, aklını çalıştıran bir topluluk için bunda bir delil vardır.
16 Nahl Suresi 69
Uzunluğu 1-3 cm arasında değişen arının vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere üç bölümden oluşur। En arkadaki karın bölümü gövdenin öbür bölümlerinden daha uzundur ve halka biçimindeki bölütlerden oluşur. Ayette tekil dişi arıda, "karınlar" olduğu vurgulanmaktadır. Ayetin Arapça'sında bu "butuniha" ifadesiyle belirtilir. Kelimenin sonundaki "ha", dişi ve tekil şahısı belirtir. Eğer çoğul dişi arılardaki karınlar vurgulanmak isteseydi bu ifade "butunihinne" olur idi. Böylece ayet arının bölütlü, parçalı karın yapısına da işaret etmektedir. Bu parçalı karın yapısıyla arı "karınların" sahibi olarak nitelenmektedir. Arıların bu karın yapısının iç kısmında birine bal torbası ve diğerine de kursak adı verilen iki mide vardır. Arı çiçeklerden aldığı bal özünü önce kursağında bal haline getirir. Arının karın bölgesi bir kimya laboratuarı gibi çalışmakta ve bal üretmektedir.
Balın rengi gerçekten de ayette geçtiği gibi çeşit çeşittir। Bu renk, iklim, mevsim, hava koşulları ve alındığı kaynaklara bağlı olarak çok değişik görünüştedir. Beyazdan tutunuz da esmer (pekmez rengi) ve kahverengiden yeşile kadar çeşitli renklerde ballar vardır. Bu renklerin en hoşa gideni bal rengi de denilen açık altın sarısıdır. Balcılık alanında modern ve titiz çalışması olan ülkeler balın rengini saptamak için tespit edilmiş bir renk cetveli kullanmaktadır.

BALDAKİ ŞİFA


Dişi olan işçi bal arılarının üretimi olan balın, insanlar için ne kadar faydalı bir besin kaynağı olduğu ayette belirtilir. Balın şifa olduğu günümüzde tüm tıp otoritelerince tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Bal hem birçok vitamine, hem kalsiyum, potasyum, magnezyum, sodyum, fosfor gibi birçok minerale, hem bakıra, iyota, demire, çinkoya, hem de bazı hormonlara sahiptir.
Bal, içindeki şekerlerin bir başka cins şekere dönüşebilme özelliği sayesinde kolayca sindirilir। Bal, içerdiği serbest şekerler ile beynin çalışmasını kolaylaştırır. Kan yapımına, kanın temizlenmesine, kan dolaşımının düzenlenmesine yardımcı olur. Bal, vücudumuzun iç mekanizmasının daha iyi çalışması için yenilerek kullanıldığı gibi, kozmetikte ve cilt hastalıklarında vücuda dıştan sürülerek kullanılır. Balın iyileştirdiği söylenen hastalıklar saymakla bitmez.


Balın şifa kaynağı olduğu birçok toplumda düşünülmüştür. Bu yüzden Kuran'ın bu konuda söylediğinin, Kuran'ın indiği dönemde bilinmediğini söylemiyoruz. Fakat şuna dikkat etmeliyiz ki, Peygamberimiz döneminden gelen uydurma hadislerde deve idrarının içilmesine, bu idrarın şifa olduğuna dair sözlere de rastlıyoruz. Kuran o dönemin bu uydurma şifa kaynaklarına gönderme yapmamış, bal gibi günümüzde hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir maddeyi şifa olarak insanlara sunmuştur. Eğer Kuran kendi döneminin heyecanlarıyla yazılmış bir uydurma olsaydı, içinde elbette kendi döneminin safsatalarını içeren böylesine yanlışlar da olacaktı.
Kuran arılarla ve balın yapımıyla ilgili hiçbir yanlış izah yapmadığı gibi, kovan yapma, balın ham maddesini toplama, bal yapma gibi görevleri dişi arıların yaptığını belirterek indiği dönemdeki insanların bilemeyeceği bir gerçeği de açıklamıştır। Ayrıca bu dişi arının, bölmeli karınlardan oluşan anatomik yapısına da "bir tek dişi arıda çoğul karın" ifadesi kullanılarak işaret edilmiştir. Arının ve diğer böceklerin fizyolojik yapısını incelemeye dair bir geleneğe rastlanmayan bir dönemde bu ifadenin olması da çok ilginçtir.


Arının kovandaki iş bölümünü, arının tüm marifetlerini anlatmaya bu kitabın hacmi yetmez. Bu tek başına bir kitap konusudur. Arının kovanı havalandırması, belirli bir nem ve ısı oranını sağlaması, kovan içinde mükemmel bir hijyenik ortamı oluşturması, kovanda nöbet beklemesi, yabancı maddeleri kovandan atış yöntemleri, salgıladığı balmumu, propolis, süt gibi maddeler birbirinden hayret verici ve mükemmeldir. Altı hafta yaşayan arı, tüm bu mükemmel özelliklere doğuştan nasıl sahip olmaktadır? Bilinçli bir Yaratıcı olmadan arının bu bilgileri kendi kendine tesadüfen elde etmesi hiç mümkün olabilir mi ? Kuran'ın dikkat çektiği arının, yaptıklarını her inceleyen, arının şahsında Allah'ın mükemmel bir sanat eserini görecektir.
Sizin yaratılışınızda ve her yana yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir toplum için deliller vardır। 45 Casiye Suresi 4

7 Ekim 2007 Pazar

ARILARIN HABERLEŞME YÖNTEMLERİNE BİLİMSEL BAKIŞ

ARILARIN HABERLEŞME YÖNTEMLERİNE BİLİMSEL BAKIŞ
Bilim adamları, on binlerce arının yaşadığı kovanlardaki düzenin nasıl sağlandığı sorusunun cevabını bulabilmek için yıllardan beri pek çok araştırma yapmışlardır. Bu konuyla ilgili pek çok akademik çalışma da sürdürülmüştür. Örneğin arılar konusunda en önde gelen uzmanlardan olan, Münih Üniversitesi profesörlerinden Avusturyalı zoolog Karl von Frisch The Dance Language and Orientation of Bees (Arıların Dans Lisanları ve Yön Bulmaları) adlı 350 sayfalık kitabını sadece arılardaki haberleşme konusuna ayırmıştır.

SAĞIR ARILAR NASIL ANLAŞIR?
Arılar çoğu zaman yiyecek bulmak için uzaklara giderek geniş alanları taramak zorunda kalırlar. Yeni bir besin kaynağı bulan arı, koloninin diğer üyelerine haber vermek üzere hemen kovana geri döner. Kısa bir süre sonra koloninin diğer üyeleri besin kaynağının etrafında uçmaya başlayacaktır.
Arılar sağırdırlar ve bu nedenle birbirleriyle sesli bir iletişim kuramazlar. Buna rağmen yiyecek kaynağının yerini koloninin diğer üyelerine hiç şaşırmadan bulacakları şekilde tarif edebilirler. Tarif yöntemleri ise alışılmışın dışındadır.
Arıların buldukları yerleri birbirlerine nasıl haber verdiklerini araştıran bilim adamları son derece şaşırtıcı bir durumla karşılaşmışlardır. Arılar tarif etmek istedikleri yeri "dans ederek" diğerlerine anlatırlar. Yiyecek kaynağının bulunabilmesi için kaynağın kovana uzaklığı, doğrultusu, zenginliği gibi gerekli olabilecek her türlü bilgi bu dansta gizlidir.
Yiyecek kaynağını keşfeden arı kovana döner ve diğer arıların dikkatini çekecek şekilde sürekli olarak belli hareketleri tekrarlamaya başlar। Arının genel davranışlarından yiyecek kaynağı ile ilgili tüm bilgiler elde edilebilir. Örneğin polen toplamış olan bir arı kovana döndüğünde sadece yükünü arkadaşlarına devredip geri uçarsa bu, "arının faydalandığı kaynak bilinen bir kaynaktır veya verimsizdir" anlamına gelmektedir. Suyun kısıtlı olduğu zamanlarda ise bu dans su kaynağının yerini göstermek için de kullanılır.
Arılar besin kaynağından döndüklerinde peteğin üstünde dans ederler. Yanda yiyecek kaynağı yakın olduğunda arıların yaptıkları dans görülmektedir. Bu dans iki paralel çizgi şeklindedir. Arı iki yarım daire çizerek başlangıç noktasına geri dönmektedir.

ARILARIN DANSLARI
Arı dansının iki ayrı şekli vardır. Dansın biçimi, yiyecek kaynağının uzaklığına göre değişiklik gösterir.
"Daire dansı" olarak adlandırılan dans en sık rastlanan danstır ve kaynağın uzaklığını ve yönünü belirtmez. Yalnızca işçilere yuvanın yakınlarında 15 metreden daha yakın mesafede bir kaynak olduğunu bildirir. Bu dans sırasında yakında bir kaynak keşfeden işçi arı ilk önce yuvanın içindeki işçilere nektar verir ve ardından dansa başlar. Diğer arılar daha sonra bu dansa eşlik ederler. Dansçı tekrar tekrar küçük daireler çizer. Her 1-2 turdan sonra, bazen de daha sık aralıklarla ters döner. Saniyelerce ya da bir dakika kadar süren bu dansta 20 kadar tur olur. Sonra tekrar dansçı ile yuvadaki arılar arasında bir nektar değişimi olur. En sonunda dans sona erer. Dans eden arı başka bir besin aramak üzere yuvayı terk eder. Karl von Frisch yaptığı bir deneyde dansçı ile ilişki kuran 174 işçiden 155'nin 5 dakika içinde besin kaynağını doğru bulduklarını göstermiştir.
Arılar besin kaynağından döndüklerinde peteğin üstünde dans ederler. Yanda yiyecek kaynağı yakın olduğunda arıların yaptıkları dans görülmektedir. Bu dans iki paralel çizgi şeklindedir. Arı iki yarım daire çizerek başlangıç noktasına geri dönmektedir.
Arılar dans ederek yaptıkları tariflerini karanlık bir kovanda, peteklerin üzerindeyken yaparlar. Bu, aralarında kusursuz bir iletişim olan arıların yeteneklerinin daha iyi anlaşılması bakımından unutulmaması gereken önemli bir detaydır. Arılar çevrelerinde toplanan diğer arılara, yiyecek kaynağı hakkında gerekli olabilecek tüm bilgileri karanlıkta verirler. Peteklerin üzerinde yaptıkları hareketler karanlık olmasına rağmen diğer arılar tarafından doğru olarak algılanır ve hemen uygulamaya geçirilir.
Tüm yaşamını arılarla ilgili yaptığı çalışmalara vermiş olan Karl Von Frisch, arılar konusundaki araştırmaları ile Nobel Ödülü almış bir bilim adamıdır.
Üstteki resimde arıların yiyecek kaynağının uzaklığı hakkında bilgi vermek için yaptıkları, dalgalı çizgilerle gösterilen 8 dansı görülmektedir.
Arılar yuvadan 15 metre kadar uzaklıktaki besin kaynakları için daire dansını kullanırken, 25-100 metre arasındaki besin kaynakları için de bir geçiş dansı olan sallanma dansını kullanırlar. Bundan başka balarıları yuvadan 100 metreden daha uzak kaynaklar için kaynağın uzaklığını, yönünü ve niteliğini bildiren kuyruk dansı ile iletişim kurarlar. Bu dans aynı zamanda "8 rakamı dansı" olarak da adlandırılır.
Arılar besin kaynağından kovana döndüklerinde peteğin üzerinde bu dansı yaparlar. Bu dansta işçiler adım atarken bir yandan da karınlarını titretirler. Hareketlerinin karakteristik şekli 8 rakamına çok benzer. Tipik bir kuyruk dansında arı kısa mesafe için dümdüz bir hat üzerinde hareket eder. Vücudunu saniyede yaklaşık olarak 13-15 defa bir yandan diğer yana doğru sallar.
Yukarıdaki resimde pek çok faklı arı türü tarafından kullanılan orak şekilli geçiş dansları görülmektedir.
Arının düz olarak geçtiği bu yolun, kovanı yukarıdan aşağıya doğru kesen (hayali) dikmeye yaptığı açı, besin kaynağının güneşe olan açısını verir. Dans ederken yere tam dik gelen üst kısım sembolik olarak güneşi göstermektedir. Eğer arı kovanıyla besin kaynağını ve kovanla güneşin hemen altındaki ufuk çizgisini birleştiren bir çizgi çizilirse, iki çizgi arasında oluşan açının sallanma dansının açısıyla aynı olduğu görülür. Arılar tıpkı bir inşaaat mühendisi gibi bölgeleri üçgenlere bölme işlemini yapabilmektedirler.
Kuyruk dansında yapılan sallanma hareketi boyunca arının karnı en önemli organdır. Kaslara ve iskelete ait titreşimlerden kaynaklanan bir vızıltı sesi çevreye yayılır. Arı düz olarak aldığı her yolun sonunda bir dönüş yapar ve başlangıç noktasına doğru yarı dairesel şekilde döner. Daha sonra tekrar düz bir hat üzerinde ilerler ve tam ters yöne doğru bir dönüş yapar. Çember dansında olduğu gibi kuyruk dansı da dansçının durması ve midesindeki balı yakınlardaki işçilere dağıtmasıyla sona erer. Dansı izleyenler 0.1- 0.2 saniye süren kısa süreli bir titreşim çıkarırlar. Bu titreşim dansçının durmasına ve vızıldayan arıyla besin değişimine sebep olur. Hem nektar hem de polen toplayıcıları aynı şekilde dans ederler.
Bu dansı izleyen işçiler besin kaynaklarının yerini rahatlıkla tespit edebilirler. Uzaklığı belirten dansın özelliklerinden biri de, her 15 saniyedeki dönüş sayısıyla ölçülen dans temposu ve düz bir hat boyunca yapılan sallanma hareketleri ve vızıldamalardır. Dansın temposu, daha uzaktaki besin kaynakları için yavaşlar, yakındaki besin kaynakları için hızlanır. Yine dansın zamanı, daha uzak mesafedeki kaynaklar için artar.
1- Eğer besin kaynağı tam Güneş yönünde veya tam aksi yönde ise dansın orta kısmı yere dik gelecek şekilde olur.
2- Dansın düz olarak verilen doğrultusu, yerçekimi doğrultusu ile 80 derecelik bir açı yapıyorsa bu, yiyecek kaynağının Güneş'in 80 derece sağında olduğunu gösterir.
3-Arı düz yolu yukarı doğru alıyorsa yiyecek kaynağı tam Güneş yönünde, aşağı doğru alıyorsa kaynak Güneş'in tam aksi yönünde demektir.
Ancak kaynağın yönünü bilmek tek başına bir işe yaramaz. İşçi arıların balözü toplayabilmeleri için, ne kadar uzağa gitmeleri gerektiğini de bilmeleri gereklidir. Kovana dönen arı, diğer arılara, yine belirli vücut hareketleriyle çiçek polenlerinin bulunduğu uzaklığı da anlatır.
Dans boyunca diğer işçiler, tarifi yapan arının etrafında kümelenir ve her hareketini takip ederler. Ayrıca dansçının titreşen karnına antenleri ile dokunurlar. Bu hareket çok önemlidir, çünkü arının havada oluşturduğu kesintili akım besin kaynağının uzaklığını bildirir. Arının gövdesinin alt kısmını sallaması sayesinde hava akımları oluşur. Diğer arılar da antenleri ile bu akımları algılar ve gidecekleri besin kaynağının uzaklığını bu sayede tespit ederler. Örneğin arı 250 m. uzaklıktaki bir yeri tarif etmek için yarım dakikalık bir süre içinde vücudunun alt kısmını 5 kez sallar. Yaptıkları bu danslarla arıların 9-10 kilometreye kadar varan bir alandaki besinlerin yerlerini birbirlerine bildirdikleri gözlenmiştir.
Arılara gerekli olan bilgilerden bir tanesi de kaynakta bulunan besinin niteliği ile ilgilidir. Bu bilgiyi de dansı yapan toplayıcı arının üzerine sinen koku sayesinde edinirler.
Toplayıcı arılardan elde edilen bu bilgiler doğrultusunda diğer arılar kolaylıkla besinin yerini bulurlar. Besin kaynağının başına çok fazla arı toplanması kovanda dans eden arıların sayısı ile de doğrudan bağlantılıdır. Tek bir arının dansı ile tüm kovan harekete geçmez. Öncelikle koloniden bir grup arı öncü olarak gider. Bu öncü grup uçuştan döndüğünde onlar da dans ediyorsa daha fazla arı hedefe doğru yönelir. Buldukları kaynak ne kadar iyi ise, o kadar daha uzun süre dans ederler ve daha fazla takipçi arı toplarlar. Böylece koloninin toplayıcı takımının dikkati daima en verimli besin kaynağına doğru yönelmiş olur.
Hiçbir 8 dansı aynı değildir. Yanda yiyecek Güneş'in 80 derece solunda iken yapılan çok sayıda dansın yönü gösterilmiştir. Arıların dans ederken oluşturdukları üçgenler saat yönünde yapılan dansların yönünü, dairelerse saatin ters yönündeki dansların yönünü gösterir.
Bulunan besin kaynağının verimsiz olması durumunda da arılar dans ederler. Yalnız buradaki tek fark arıların dansının isteksiz olması ve daha kısa sürmesidir. Bu durum kovandaki diğer arılara da yansır, dansçıların başına toplanan arılar kısa bir süre içinde dağılırlar. Bu durumda yeni bir ekip besin aramak için çıkar.
Yiyecek arayan arılar kaynağın yerini doğrudan tarif etmek için yiyeceğin merkezine düz bir yoldan uçmak zorunda degildir. Yandaki deneyde Karl van Frisch, arıların binanın diğer tarafındaki yiyecek kaynağına binanın etrafından dolaşarak ulaşmalarını sağlamıştır. Ancak arılar besin kaynağının yerini, kesik çizgilerle gösterilen düz güzergah üzerinde yaptıkları dans ile tarif etmişler ve diğer arılar da dümdüz yolu izleyerek besin kaynağına ulaşmışlardır.
Şimdi burada durup biraz düşünelim. Yukarıda detaylarıyla ele aldığımız dansı gerçekleştiren canlılar balarılarıdır. Yani insanların sokağa çıktıklarında, bahçelerinde yürürken, balkonlarında otururken sık sık rastladıkları, birkaç santim büyüklüğündeki böceklerdir. Burada ilginç bir çelişki vardır. İnsanlar balarılarını sıradan, her yerde bulunan böcekler olarak değerlendirirler ama buraya kadar anlattıklarımız ancak çok keskin bir bilinçle gerçekleştirilebilecek olaylardır. Arıların dansla yaptıkları tarifi bir insanın yapmasını istesek, bu kadar başarılı olması mümkün olmaz. Çünkü bir insan akıl ve bilinç sahibi olmasına rağmen, böylesine ince hesapları teknik ölçüm aletleri olmadan yapabilecek bir yeteneğe sahip değildir.
Arılar, eğer buldukları kaynak çok zenginse çoşkulu bir şekilde dans ederler. Eğer kaynak yakındaysa soldaki 'yuvarlak dans' adı verilen danslarını yaparak kaynağın yerini tarif ederler. Daha uzaktaki kaynaklar içinse sağdaki 8 şekilli danslarını yaparlar ve buna titreşim hareketlerini de eklerler.
O halde arılara bu bilinçli davranışları öğreten kimdir? Arılar bu davranışları diğer arılardan öğrenmezler, yaşamlarında böyle bir eğitim dönemine rastlanmaz. Onlar tüm bunları zaten bilerek, zamanı geldiğinde uygulayabilecek şekilde dünyaya gelirler. Ve bu durum yeryüzünün her yerinde, milyonlarca yıldır yaşayan tüm balarıları için geçerlidir.
Arıların çevreyi tanımak için yüzey şekillerinden yararlandıklarını kanıtlamak amacıyla yapılan bir deneyde yiyecek aramaya çıkan arılara önce üst sol köşedeki yiyecek kaynağı tanıtılmıştır. Daha sonra, arılar gösterilen kaynaktan yiyecek toplamak üzere kovandan ayrılır ayrılmaz yakalanıp sağ alttaki noktaya getirilmiş ve burada tekrar serbest bırakılmışlardır. Yiyecek kaynağı doğrudan gözükmüyor olsa bile, arılar doğru yöne doğru, yani daha önce tanıtılan yiyecek kaynağına doğru gidebilmişlerdir.
Bu durumda vicdan sahibi bir insanın asla inkar edemeyeceği büyük bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu görürüz: Tüm canlıların Yaratıcısı olan Allah, balarılarını da kusursuzca var etmiş ve onlara böylesine bilinçli davranışları öğretmiştir. Balarıları Nahl Suresi'nde haber verildiği gibi Rableri'nin kendilerine ilhamı ile hareket etmektedirler.
Arıların dans ederek yaptıkları tarifin öneminin tam olarak anlaşılması için kovan içinde arıların yaptıkları hareketlerin ve ortamın düşünülmesi gerekmektedir. Evrimci bir yazar olan Marian Stamp Dawkins, Hayvanların Sessiz Dünyası adlı kitabında arıların bu tarifi nasıl yaptıklarından şöyle bahsetmektedir:
Arıların sorunu danslarını içerisi karanlık olan, ne yiyeceğin ne de Güneş'in görülebildiği bir kovan içinde yapmalarıdır. Sadece bu da değil. Arılar düşey konumdaki bir peteğin üstünde dans ederler.
Cüce balarıları olarak adlandırılan bir balarısı türü kovanlarını her zaman açıkta yaparlar. Besin kaynağı bulduklarında da, genellikle arılar ile kaplı kovanlarının tepesinde dans ederler.(yanda) Bu arılar da 8 danslarını doğrudan yiyecek kaynağının yönünün belirtecek şekilde yaparlar. Eğer arılar herhangi bir şekilde yuvanın kenarlarında veya arka kısmında dans etmeye zorlanırlarsa, danslarına tekrar yön vererek kaynağın yönünü gösterirler.
Şimdi gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Tarifi yapan arılar düşey konumda dans etmelerine rağmen, bu bilgiyi kullanarak besin aramaya çıkacak olan arılar yatay düzlemde hareket edeceklerdir. Yani arılara hangi yönde uçmaları gerektiği konusunda verilecek olan bilginin aslında yatay düzlemde olması gerekmektedir. Eğer arılar düşey düzleme uygun olarak yapılan bir tarife göre hareket ediyor olsalardı, dümdüz yukarı uçarak yiyecek aramaları gerekirdi ki, bu durumda yiyecek bulmaları hiçbir şekilde mümkün olamazdı.
Dawkins kitabında konuya şöyle devam etmektedir:
Bu yüzden arılar yiyeceğin yerini o yönü işaret ederek ya da oraya dönük dans ederek belli edemezler. Kovandan yiyeceğe doğru olan uçuş rotasını, kovanın içinde iken yerçekimine göre belirledikleri (dışarıya çıktıktan sonra Güneş'e göre belirleyeceklerdir) bir düzlem üstünde gösterirler. Öteki arılar da dışarı çıktıklarında bu bilgiyi Güneş'e uyarlarlar. Eğer yiyecek tam Güneş yönündeyse dansçı arı sallantılı düz uçuşunu peteğin önünde tam dikey pozisyonda yapar. Eğer yiyecek Güneş'in 40 derece batısındaysa, dikey çizginin 40 derece solunda uçar. Böylece dansçı arı yiyeceğin bulunduğu yerin açısını Güneş yerine, dikey çizgiye göre gösterir ve karanlık kovanın içindeki arkadaşlarına Güneş'e çıktıklarında hangi yöne uçacakları konusunda bilgi verir.
Burada anlatılanların üzerinde durup düşünelim. Arılar karanlıkta ve farklı bir düzlemde olmasına rağmen yapılan tarifi tam olarak anlamakta ve hedefi her zaman doğru olarak bulmaktadırlar. Tarifi yapan arının belirlediği bir dikey çizgiye göre yaptığı hareketler, açı hesaplaması yapmayı bilen diğer arılar tarafından tam olarak anlaşılmaktadır. Marian Stamp Dawkins bu durum karşısındaki düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:
Arıların bunu (açı hesaplamasını) doğru olarak yapmaları, birbirlerine gerçekten bilgi aktardıklarının bir göstergesidir.
Görüldüğü gibi tüm arılar açı hesaplaması yapabilmektedir. Bu durumu Dawkins, arıların birbirlerine bilgi aktarmaları olarak yorumlamıştır. Ancak burada cevaplanması gereken önemli sorular vardır. Arılar bu hesaplama yöntemini nasıl keşfetmişlerdir? Güneş'e bakarak, arı gibi bir canlının yatay-düşey ayrımı yapabilmesi, yaptığı tarife kendi kendine açı ekleyebilmesi ve bunu her seferinde doğru yapması mümkün müdür? Bundan başka arılar yorum yapabilme becerisini nasıl elde etmişlerdir? Güneş'i pusula kullanmayı nasıl öğrenmişlerdir?
Arıların düzlem farkı, açı ölçme, hesap yapma gibi matematiksel işlemleri kendi kendilerine yapamayacakları çok açık bir gerçektir. Arılardaki tüm bu yeteneklerin tek nedeni vardır. Arılar üstün bir güç tarafından yönetilmektedirler. Tüm evrene hükmeden bu güç Allah'a aittir. Allah arılara sahip oldukları tüm yetenekleri verendir.

ARILAR BULUTLU HAVALARDA NASIL YÖN BELİRLER?
Yiyeceğe doğru uçarken arılar bir yandan da Güneş'i gözlemler. Öncü arının yaptığı dansta gösterilen yönü ve açıyı kullanabilmeleri için bu gereklidir.
Arıların yaptıkları işin ne kadar olağanüstü olduğu açıkça ortadadır. Ancak arılar bununla da kalmayıp daha da olağanüstü bir şey yaparlar. Hava bulutlu da olsa Güneş'i pusula gibi kullanabilir, bunu da ultraviyole ışık dalgalarını kullanarak yaparlar. Ultraviyole ışık dalgaları bulut örtüsü çok yoğun olmadıkça, bulutların içerisine işleyebilecek özelliktedir. Bu nedenle işçi arılar Güneş'in yönünü belirlemek için bu ışık dalgalarını kullanırlar. Güneş'ten yayılan doğal ışık polarize olmuştur, yani ışık dalgalarının titreşiminin yönü, Güneş gökyüzünde hareket ederken düzenli bir şekilde değişir. Bu polarizasyon şekilleri insanlar tarafından görülemez, fakat arılar ve diğer birçok canlı tarafından algılanabilir. Güneş'in görülmemesi ya da gökyüzünün bulutlu olması bu canlılar için bir engel oluşturmaz. Arılar bulutlara rağmen göğü bir bakıma parsellenmiş gibi düşünür ve Güneş'in o anda olması gereken yerini hesaplayabilirler. Kuşkusuz bu özellik de, Allah'ın üstün tasarımının örneklerinden biridir. Balarıları da bu sayede yaşamlarını sürdürebilmektedirler.
ARILARIN HAFIZASI
Kovandaki arıların, toplayıcı arıların yaptıkları dansı izledikten sonra otomatik olarak uçuşa geçmedikleri de tespit edilmiştir. Arılar dansta verilen bilgileri değerlendirmekte ve harekete geçip geçmemeye karar vermektedirler.
Bu konuyla ilgili olarak yapılan bir deneyde arı kovanı yakınlarındaki bir gölün ortasına bir kayık bırakılmış ve içine besin koyulmuş. Bir süre sonra bu besin, arılar tarafından farkedilmiştir. Arılar hemen gidip kovandaki arkadaşlarına besinin yönünü ve yerini bildiren danslarını yapmışlar ama uzun süre dansetmelerine rağmen kimse onlara itibar etmemiş ve kovandan ayrılmamıştır. Daha sonra kayık kıyıya çekilmiş. Yine bazı arılar besini bulup geri dönerek dansa başlamışlar, bu sefer arılar kovandan ayrılarak kayığa doğru yönelmişlerdir. Bilim adamlarının bu olaydan çıkardıkları sonuç şöyledir: Arılar çevreyi tanımakta ve orada bir göl olduğunu bilmektedir. Gölde besin olmayacağı için de arkadaşlarının dansını dikkate almamışlardır.
James and Carol Gould, The Animal Mind, s.106

ARILAR YAPTIKLARI TARİFTE TAM İSABET KAYDEDERLER
Arıların, dansçı arıyı seyretmelerinden bir süre sonra kovandan ayrılarak hedefe yöneldiklerini söylemiştik. Ancak arılar, burada gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir sorunla karşı karşıyadırlar. Arılara verilen tarifteki açıda, çıkış noktası olarak Güneş alınmıştır. Ancak Güneş sabit bir cisim değildir. Bilindiği gibi Güneş her 4 dakikada 1 derece yer değiştirir. Arı eğer sürekli aynı açıyla yol alacak olsa Güneş'in hareketi sebebiyle hedeflediği yere asla varamayacaktır. Her 4 dakikalık yolda 1 derecelik bir hata yapacak, uzun mesafelerde ise sapma telafi edilemez boyutlara ulaşacaktır.
Çok kısa mesafelerde, örneğin 200 metre mesafede bu bir problem olmaz. Çünkü arının bir dakikada katettiği yol yaklaşık saatte 13 km=dakikada 216 metre kadardır.
Bu durumda akla, "ya hedef 4 dakikadan fazla bir uzaklıkta ise ne olur?" sorusu gelecektir.
Arıların 10 km çapında bir alanda besin toplayabildiklerini belirtmiştik. Arı 10 km yol katetmek için yaklaşık 45 dakika uçmak zorundadır. Ancak Güneş 45 dakika içinde yaklaşık 11 derece yer değiştirecektir. Eğer arı kovana haber veren arının, tarif ettiği açıyla yol alsa Güneş yer değiştirdikçe yiyecek kaynağından uzaklaşacaktır. Tabi burada hemen kovandan 10 km uzağa gitmiş olan arının dönerken yine aynı şekilde Güneş'in konumuna göre besin kaynağının yerini aklında tuttuğunu da belirtmekte fayda vardır. Üstelik bu arı yüklü olarak geri döneceğinden sürati daha da azdır (9 km/saat). Dolayısıyla arı geri dönene kadar Güneş 16.5 derece dönecektir. Bu durumda arının Güneş'e göre yapacağı tarifin hatalı olması da ihtimal dahilindedir. Hem dans eden arının yapacağı 16.5 derecelik hata hem de yola çıkanın 11 derecelik yanılgısı birbirine eklendiğinde arının 10 km.lik bir mesafede yiyecek kaynağından 27.5 derece kadar uzak bir noktaya gitmesi söz konusu olacaktır. Üstelik toplayıcı arı bu kadar uzağa gittiğinde eğer yiyecek bulamazsa dönecek gücü de kalmayacaktır. Çünkü arılar gittikleri yerden daha fazla besinle dönmek için kursaklarına sadece kendilerine bildirilen uzaklıkta kullanacakları kadar bal alırlar. Bu bal bittiğinde güçleri de tükenir ve nektara ulaşamadıysalar enerjileri kalmadığı için geri dönemezler.
Ancak durum böyle olmaz. Milyonlarca yıldır arıların yaptıkları tüm tarifler -Güneş'in dönmesine ve açısının değişmesine rağmen- diğer arılar tarafından anlaşılmakta ve arılar besin kaynaklarına ulaşmakta zorluk çekmemektedirler. Bu da bize arıların Güneş'e göre açı hesaplaması yaparken yanılmadıklarını gösterir. Bu durumu matematiksel olarak ifade etmek gerekirse arılar Güneş'in her 4 dakikada, 1 derece kaydığını hesaba katmaktadırlar. Yaptıkları bu hesaplama sonucunda da kaynağın yerini akıllarında doğru olarak tutabilmekte ve diğerlerine tam olarak tarif etmektedirler. Güneş'e göre açı hesaplaması yapan diğer arılar da bu tarifi anlamakta ve tarif edilen besin kaynağını bulmaktadırlar.
Yukarıdaki paragraf dikkatli bir şekilde düşünerek tekrar okunduğunda aslında arılarla ilgili olarak yapılan bu tarifte bir olağanüstülük olduğu hemen anlaşılacaktır. Şu anda cümleleri her zamanki gibi alışkanlıkla değil de teker teker, tarif edilenleri göz önüne getirmeye çalışarak, akıl, mantık ve vicdan kullanarak düşünmekte fayda vardır. Bugün Güneş'in kaç dakikada ne kadarlık bir açı değiştirdiğini bile bilen insan sayısı azdır. Ama balarıları bunu çok iyi bildikleri gibi, dakika hatta saniye şaşırmadan tam isabetli bir matematiksel hesap yapmaktadırlar. Peki bir arı, konusunda uzman olmayan bir insanın bile yapamayacağı böyle bir hesaplamayı kendi iradesiyle yapabilir mi? Elbette yapamaz; bu yetenek arıya Allah tarafından verilmiştir. Aksini iddia etmek aklın ve mantığın tüm kurallarını çiğnemek olur. Arıların sözde "evrimsel bir süreç" içinde böyle bir hesaplamayı kendi kendilerine öğrendiklerini iddia eden bir insan, arıların yine sözde "evrimsel bir süreç" içinde yüzlerce yıl sonra günümüzün en tanınmış matematik profesörlerinden daha iyi denklem çözebileceklerini de iddia etmelidir. Peki bunu iddia eden bir insan olabilir mi? Tabii ki olamaz; bunu iddia eden insanın akli yeteneklerinden şüphe etmek kaçınılmazdır.
ARILARIN UZAKLIK HESAPLAMALARI
Arıların yiyecek aramaya çıkarken yanlarına belli miktarda besin almaları ile ilgili çeşitli deneyler yapılmıştır. Bunlarda bir tanesinde belli bir uzaklığa konan şekerli su kabını bulan arılar kovanlarına geri dönmüş (1) ve arkadaşlarına yiyecek yatağının yerini tarif etmişlerdir. Bu tarif üzerine yola çıkan ilk arılar kaynaktan besin alarak geri dönmüşlerdir. Daha sonra deneyi yapan bilim adamları besin kaynağını biraz daha uzağa koymuşlardır. Bunun üzerine ikinci gelen arılar tarif edilen yerde yiyeceği bulamadıkları ve yakıtları da bittiği için geri dönememişlerdir (2) Ancak yapılan şekerli su ve bal takviyesi ile yola çıkacak gücü bulabilmişlerdir. (3-4) Arıların yanlarına sadece kaynağa ulaşacak kadar yiyecek almalarının nedeni dönerken daha fazla polen toplayabilmektir.
Kaynak: Moody Science Classic, City of the Bees,Moody Video A Ministry of Moody Bible Institute 820 N. LaSalle Boulevard Chicago, IL 60610-3284

ARILAR HESAPLAMA YAPMAYI NEREDEN ÖĞRENMİŞLERDİR?
Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi arılar çok farklı şekillerde hesaplamalar yapmakta ve bu hesaplamaları yaparken de Güneş'i kullanmaktadırlar. Bir böceğin dünyanın ve Güneş'in hareketlerini ve bunların sonuçlarını kendi kendine bilmesi ve buna göre hareket etmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Arıların her seferinde bu hesaplamaları tesadüfen tutturmaları da imkansızdır. Bütün bunlara rağmen -konuyla ilgili tüm bilim adamlarının da hemfikir oldukları gibi- arılar bu hesaplamayı hatasız bir şekilde milyonlarca yıldan beri yapmaktadırlar.
Bir insan kaybolduğunda -eğer bu konuda özel bir eğitim almamışsa- yönünü bulabilmesi için pusula gibi aletlere ihtiyacı olacaktır. Bu kişinin Güneş'in açısına göre bir hesaplama yaparak yönünü bulması ise neredeyse imkansızdır. Oysa bir arı Güneş'in hareketine rağmen gördüğü herhangi bir yeri hatasız bir şekilde kovandaki diğer arılara tarif edebilir.
Arıların bu olağanüstü özellikleri nasıl ortaya çıkmıştır? Arılar bu hesaplamayı yapmayı nasıl öğrenmişlerdir?
Bu soruların cevapları son derece önemlidir. Öncelikle arıların yön tayin etme ve bunu başka arılara tarif edebilme yeteneklerine ilk ortaya çıktıkları andan itibaren sahip olmaları gerekmektedir. Bu, arıların beslenme ve barınma ihtiyaçlarını giderebilmeleri, dolayısıyla soylarını devam ettirebilmeleri için mutlaka gerekli olan bir yetenektir.
Bu yeteneğin evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde gerçekleşen çeşitli değişimlerle ortaya çıkması mümkün değildir. Nitekim evrim teorisini savunan bilim adamları da arıların dans ile haberleşme yeteneklerinin nasıl ortaya çıktığı sorusu karşısında oldukça zor durumda kalmaktadırlar. Örneğin günümüzün tanınmış evrimcilerinden biri olan Richard Dawkins, arı dansının evrimi ile ilgili olarak kendisine sorulan soru karşısında açıkça "afallamış"tır. Dawkins'in arıların dansı ile ilgili sorular karşısında vermeye çalıştığı cevap şöyledir:
"Bir fikir ileri sürmek durumunda. Belki de dans bir çeşit. Tahmin etmek pek de zor değil. Bunun neden olduğunu kimse bilmiyor, ama bir şekilde oluyor.
Modern arı dansının daha basit bir başlangıçtan evrimleşmesine dair birtakım makul dereceli ara aşama bulduk. Size anlattığım hikaye gibi. bu doğru bir hikaye olmayabilir. Ama buna benzer bir şey mutlaka olmuştur."
Dawkins'in bu soru karşısında verdiği cevaptaki mantık bozukluğundan da anlaşılacağı gibi arıların dansını tesadüflerle, ara açıklamalarla ifade etmek ancak hayali bir hikaye olarak anlatılabilir.
Güneş'ten faydalanarak açı hesabı yapmak, tesadüfen elde edilecek bir yetenek değildir. Ancak arıların dans etmeyi öğrenmeleri veya açı hesaplayabilmeleri de yeterli değildir; bunun dışında bunları diğerlerine tarif ettiklerinde onların da bunu anlayabilmeleri gerekmektedir. Bunlar düşünüldüğünde "tesadüf" gibi bir ihtimalin akla getirilmesinin bile son derece saçma olduğu hemen görülmektedir. Ne kadar beklenirse beklensin bir canlıda böyle bir hesap yeteneğinin kendi kendine oluşması kesinlikle mümkün değildir.
Arı, düşünme özelliği olmayan bir canlıdır. Buna rağmen baştan beri belirttiğimiz gibi, yaptığı her hareket benzersiz bir aklın ve şuurun varlığını gösterir. Evrenin her noktasında olduğu gibi arılarda da tecelli eden bu akıl ve şuur herşeyi kusursuz yaratan Allah'a aittir.

ARILARIN GÖZLERİ
Arıların Güneş'ten faydalanabilme özelliklerini fark eden bilim adamları yön tayinleri konusunda araştırmalar yapmaya başlamışlardır. İlk olarak arıların göz yapısı incelenmiş ve gözlerinin bu hesaplamaların yapılmasını sağlayacak bir tasarıma sahip olduğu bulunmuştur.
Solda, bir arı gözünün kesiti görülmektedir. Uzun çizgiler halinde görülen ommatidia'lar (küçük gözler) görülmektedir. Her biri ayrı bir göz gibi görme işlemi yapabilen bu bölümler bir kutudaki kamışlar gibi biraraya toplanmışlardır. Bu gözlerin her biri diğerinden biraz daha farklı bir yine doğru bakar. İkinci resimde bu bölümlerden birinin (ommatidium) kesiti görülmektedir.
Solda bir arının baş kesiti, yanda ise tek bir ommatida görülmüktedir. Bu ommatidiaların her birinin dış kısımlarında şeffaf ve konveks bir lens vardır. Arıların başlarının iki yanısıra kafalarının üzerinde üç adet basit göz bulunur (sağdaki çizim)
Arıların çok özel bir göz yapıları vardır. Arı gözlerinde "ommatidia" adı verilen, 6.900'er adet birbirinden ayrı görme işlemi yapan bölüm vardır. Bu bölümlerin her biri kendi başına bir göz gibi hareket eder. Bunlar bir kutudaki kamışlar gibi biraraya toplanmışlardır. Ayrıca her biri dışta küçük konveks ve şeffaf bir lensle biter. Bu lensler de gözün cam gibi elips biçimindeki dış kabuğunu oluştururlar. Arıların başlarının iki yanında bulunan birleşik gözlerinin dışında, kafalarının üzerinde de 3 basit gözleri bulunur. Kafa üzerinde yer alan bölümlerin ışığın şiddetinin ölçülmesi için kullanıldığı tahmin edilmektedir. Arı gözünün insan gözüne göre iki üstünlüğü vardır. Bunlar, ultraviyole ışınlarını görme ve daha önce de belirtildiği gibi ışığın polarizasyonunu ayrıştırmadır.
Arı gözünün bir başka özelliği de, mor ötesi ışınları algılayabilecek şekilde olmasıdır. Böylece çiçek yapraklarından yansıyan ışıklar, uçuş yapan arıya polenlerin koordinatlarını tam olarak bildirirler.
Gözlerindeki özel yapı sayesinde yiyecek aramaya çıkan arı, karşısına çıkan çiçekleri havaalanını aydınlatan pist ışıklarında olduğu gibi kolaylıkla görür. (sağdaki resim)
İşte bu özellikler, arıların Güneş'in yerini ve açısını tespit etmelerini sağlayan özelliklerdir. Bu sayede arılar, Güneş ilerledikçe kovanda diğer arılara yapacakları tarifin yönünde düzeltme yaparak hedefin yönünü hatasız olarak belirleyebilirler.

ÇİÇEK İŞARETLEME YÖNTEMLERİ
Toplayıcı arı kovana geri dönmeden önce besin kaynağına özel bir koku bulaştırır. Her işçi arının vücudunda istediği zaman kullanabileceği bir koku kesesi vardır. Bu kese arının sırtında ve vücudunun arka tarafında içeriye doğru katlanmış bir deri kıvrımından oluşur ve normal zamanlarda dışarıdan görülmez. Arı istediği zaman bunu dışarı çıkarır ve kesenin kokusu üzerinde bulunduğu çiçeğe ve çevreye yayılır. Bu koku Melisa çiçeğinin kokusuna benzer ve insanlar tarafından da kolaylıkla algılanabilir. Arılar ise kendi kovan arkadaşlarının kokularına karşı fazlasıyla hassastırlar ve çok uzaklardan bu kokuyu duyabilirler.
Balarılarının çiçekleri işaretlemeleri sayesinde, diğer arılar bir çiçeğin nektarının daha önce başka arılarca tüketildiğini konar konmaz anlar ve hemen o çiçeği terk ederler. Bu sayede hem vakit, hem de enerji kaybından kurtulurlar.

Referans Kaynaklar:
Bilim ve Teknik Dergisi, Cilt 23, Sayı:269, Nisan 1990Prof. Karl von Frisch, Arıların Hayatı, s. 135-136Mark L. Winston, The Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.152Discovery, Nov. 97, s. 87Mark L. Winston, The Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.155Marl L. Winston, The Biology of the Honey Bee, s. 154-156Marian Stamp Dawkins, Hayvanların Sessiz Dünyası, TÜBİTAK, Popüler Bilim Kitapları, 1999, Ankara, s.137 Marian Stamp Dawkins, Hayvanların Sessiz Dünyası, s.137Marian Stamp Dawkins, Hayvanların Sessiz Dünyası, s.137Mark L. Winston, The Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.163-164Prof.Dr.Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji Cilt II / Kısım -II, Ankara; s. 66Mark L. Winston, The Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.171Prof.Dr.Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji Cilt II / Kısım -II, Ankara; s.66http://www.orgins.org/orgs/probe/docs/dawkins.htmlMark L. Winston, The Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.15Encyc. Americana, 1993, USA, Vol.3, Int. Headquartes, Danbury Connecticut, s.439Prof. Karl von Frisch, Arıların Hayatı, s.143
Prof. Karl von Frisch, Arıların Hayatı, s.41Prof. Karl von Frisch, Arıların Hayatı, s.31

28 Eylül 2007 Cuma

Balın Oluşum Süreci





Sofranıza gelen balın nasıl bir çalışma birliğiyle meydana geldiğini biliyor musunuz ? Nektarın arılar tarafından olgunlaştırılması ve özellikle arının bal midesinde bazı salgılarla işlenerek değiştirilmesi sonunda bal meydana gelir. Tarlacı arıdan nektar yükünü devralan evci arılar bu hammaddeyi bir çeşit yoğurup olgunlaştırır ve bal halinde gözelere koyar. Arı tarafından gözlere yerleştirilen bu taze balın ayrıca suyunun uçurularak tam anlamıyla olgunlaştırılması gerekir. Ancak bu işlem arılar tarafından yapıldıktan sonra balın üzeri sırlanarak kapatılır.
Yaklaşık 60.000 işçi arısı olan bir kolonide, 20.000 adet tarlacı arı vardır. Günde sefer sayısı ortalama 10 olarak kabul edilirse, 200.000 sefer gerçekleştirilmiş olur ve toplam 10-20 milyon çiçek ziyaret edilir. Bu süre içinde toplanan yaklaşık 10 kg nektardan, 5 kg bal üretilir; bu balın da, 1 kg'ını kendileri tüketir. Arıların uçuş mesafalari hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak; 3-5 km yarı çaplı bir daire içinde uçtukları bilinmektedir. Bir arının, kursağını bir kez doldurmak için en az 1500-2000 çiçeğe konması gerekir. Bir yüksük bal yapabilmesi için 60 kez kursağını dolup boşaltması, bunun için de en az ~90,000 çiçekğe konması gerekir. Bir tarlacı işçi arı, günde 10 uçuş yaparak, flora durumu ve mevsim göre 15-20 mg nektar toplar. Nektarın balözüne çevrilme oranı ~%50 kabul edilir. Gezici ve teknik arıcılık yapan bir arıcının, bir kovanında 20.000-60.000 tarlacı arısı olduğunda, bir günde elde edbileceği bal miktarı yaklaşık olarak 20.000 adet arı x10 uçuş x 15 mg nektar x %50=~1.5 kg olacaktır. Arının yarım kilo bal yapabilmesi için ~3 milyon yediyüzellibin kez çiçeğe konup kalkması gerekir. Bir kilo bal yapabilmek için ~40 bin arının ~6 milyon çiçeği dolaşması gerekir. Bir kovan arının, 1 kilogram bal üretmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için 8 kilogram bal tüketmesi gerekir. Bu da, kovandaki arıların dünya çevresinde 6 kez dönmesi demektir. Görüldüğü gibi bu konulara tüm araştırmacılar tam bir fikir birliğine sahip değildirler. Genel düşünceler ve kabul edilen görüşler yukarıda açıklandığı şekildedir. Bir sonraki konumuz Balın Bileşimi olacaktır.

22 Eylül 2007 Cumartesi

Sahte Bal ve Baldaki Riskler

Arıcılık günümüzde doğa ile içiçe yapılan en özgün tarım faaliyetlerinden biirisidir। Balarılarının doğanın herhangi yapay bir etki olmadan sunduğu nektarı toplayarak, insanın kullanımına sunması üzerine kurulu bir sistemdir. Fakat günümüzde haksız kazanç elde etmeyi kendine meslek edinmiş insanların varlığı ve bunların sayısının git gide artması nedeniyle, bir çok gıda türünde olduğu gibi, arı ürünlerinde de ciddi miktarlarda sahtecilik yapılmaya başlanmıştır. Ya da kirlenen doğal ortam ve arıcıların bilinçsiz uygulamaları nedeniyle, şifa vermesi beklenen arı ürünleri zaman zaman insan sağlığını tehdit eder duruma gelmiştir. Karmaşık piyasa ilişkileri ve yetersiz denetimler yüzünden, tüketici açısından sürekli olarak sapla samanın birbirine karıştığı bir ortam doğmuştur. Türk Bal Piyasasında bir çoğu tüketicinin bilinçsizliğinden kaynaklanan riskleri şu şekilde sıralayabiliriz.

Sahte Bal :Genelde arı görmemiş bal olarak da isimlendirilen bu ürün, tamamen yapay olarak, glikoz, fruktoz gibi şekerlerin içine bir takım esans ve gıda boyaları katılarak, bal kıvamına getirilmesiyle elde edilir। Sahte balın içine zaman zaman koku ve aroma için tüketiciyi aldatmaya yönelik doğal bal ilavesi de yapılır. Çoğu zaman hijyenik olmayan ortamlarda, merdiven altı denilen bodrumlarda üretilen bu ürün, tüketici sağlığını en çok tehdit eden sahtecilik türüdür.

Şurup Balı :Ülkemizde bal sahteciliği denilince tüketicinin en çok yanıldığı konulardan birisi, arılara şeker şurubu takviyesi ile yaptırılan baldır। Besleme Bal olarak da tabir edilir. Yurtdışında şurup balı ayrı bir kategori olarak kabul edilmekte ve piyasada satışına izin verilmektedir. Ülkemizde bal kodeksi buna izin vermediği için arılara şeker takviyesi ile yaptırılan bal, çiçek balı adı altında piyasaya sürülerek tüketici aldatılmaktadır. Özellikle petek balında arının hücreleri güzel doldurmasını takviye için verilen şeker katkılı balı, arı görmemiş sahte baldan ayırmak lazımdır. Arı şeker olsa bile kendi içinden bir takım enzimler katarak bunu bala çevirmektedir. Fakat bu balın niteliği düşük olduğu ve doğal kaynaklı olmadığı için, tüketicinin baldan beklediği faydaya sahip değildir. Tüketicinin aldatıldığı nokta, bu tür balların genelde çiçek balı kategorisinde satılmasıdır.

Baldaki Kalıntılar : Arıcıların arı hastalıkları ile mücadelede yaptıkları bilinçsiz uygulamalar, bal toplanan bölgede aşırı zirai ilaçlama ya da diğer çevreyi kirletici etkenler, balda bir takım kalıntı problemleri oluşturmaktadır। Son dönemde arıcıların örgütlenmesi ve konu ile ilgili yapılan bilinçlendirme çalışmaları ile bu risk en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Özellikle temel petek sürekli eritilip tekrar kullanıldığı için yıllar içinde, içeriğinde istenmeyen maddeler çoğalmaktadır. Bu tür bir riskten kurtulmak için en iyisi, petekli bal tüketirken, ortadaki temel peteği yememektir.

Balın Niteliğinin Bozulması :Ülkemizde kristalize olmuş çiçek balı tüketici tarafından sahte bal zannedilerek satın alınmadığı için, arıcılar ürettikleri doğal balların donmasını engellemek için çeşitli yöntemler kullanmaktadır। Türk gıda kodeksine aykırı olmasına rağmen, piyasada kullanılan kristalize olmayı engelleyici yöntemlerden birisi çiçek balını 45 derece üzerindeki sıcaklıklara tabi tutmak, hatta kaynama noktasına getirmektir. Balın aşırı asıtılması içindeki HMF (hidroksimetil furfurol) değerini yükseltmektedir. Taze balda az bir miktar bulunan HMF nin balda bulunma sınırı 40 mg/kg.dir. Isıtılma ile birlikte balda yükselen HMF insan sağlığı üzerinde uzun dönemde kansorejen etkiye sahip bulunmaktadır. Konu ile ilgili denetlemelerin sürekli olarak yapılmasının yanında, kristalize olmuş bal tüketimi ile ilgili tüketici alışkanlıklarının değişimi bu problemi kendiliğinden çözecektir.

Denetimsiz Yabancı Ballar: Türk Gıda Kodeksine uygun olmayan balların yurtdışından ülkemize bol miktarda sokularak piyasaya sürülmesi de tüketici sağlığını tehdit eden bir uygulamadır। Özellikle çok ucuz fiyatlı bu ballar, Türk arıcılarına karşı bir haksız rekabet yapmanın yanısıra, içeriklerinin ve üretilme ortamlarının belirsizliği nedeniyle tüketici sağlığını da tehdit etmektedir. Özellikle Doğu İllerinin isimleri kullanılarak, sanki yerli üretimmiş gibi piyasaya sürülen bu ballar son dönemde azalmış olsa da hala piyasada varlığını sürdürmektedir.
(Arıcılar Birliği)

20 Eylül 2007 Perşembe

Giresun'un kestane balı, yaşlanmayı geciktiriyor...

Giresun Arıcılar Birliği Başkanı Kubilay Elevli, yöreye has özellikler gösteren bitkilerden elde edilen Kestane Balı’nın, özellikle strese, sindirim sistemi bozukluklarının giderilmesine iyi geldiğini söyledi. Elevli ayrıca, balın yaşlanmayı geciktirici özelliğinin de bulunduğunu belirtti.
Elevli, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, Giresun’da bal üretiminin yüzyıllardır bin rakımın üzerindeki bölge ve yaylalarda gerçekleştirildiğini ifade ederek, "Kestane Balı’nın içerisinde yöreye has özellikler gösteren kestane, yaban taflanı, yaban çalı çileği, akasya, çam ve diğer bazı çiçek özleri bulunmakta. İçerisinde bulunan bitki özleri nedeniyle Kestane Balı, özellikle stres giderici, sindirim sistemini düzenleyici niteliklere sahiptir. Bunların yanı sıra balın en büyük özelliği ise yaşlanmayı geciktirmesi. Giresun Kestane Balı’ndan yiyen insanlar daha geç yaşlanma belirtileri gösteriyorlar" dedi.
Son dönemlerde Giresun Kestane Balı’na yurt içerisinden büyük taleplerin olduğunu vurgulayan Elevli, özellikle Şubat ve Mart aylarında (hastalık dönemi olduğundan) büyük miktarlarda bal gönderdiklerini kaydetti। Kestane Balı’nın yurtdışında fazla bilinmediğini söyleyen Giresun Arıcılar Birliği Başkanı Kubilay Elevli, "Özellikle Avrupa ve ABD’de üretilen kestane balları kalitesiz ve çok ucuz fiyata satılıyor. Bu nedenle fazla ilgi görmemekte. Son derece kaliteli olan Giresun Kestane Balı’nı yurtdışına iyi bir tanıtımla ihraç etmemiz durumunda Türkiye’ye milyonlarca dolar gelir sağlarız" diye konuştu.
Ref:Kenthaber....

16 Eylül 2007 Pazar

Gençlik İksiri BAL…

Kış aylarında organizmanın enerjiye daha fazla ihtiyacı vardır. Arıların hayat iksiri olarak ürettikleri bal, içerdiği yüksek besin değerleri ve zengin aktif maddelerle sadece güçlü bir enerji kaynağı olmakla kalmıyor, haricen de kullanıldığında da bir gençlik ve güzellik iksiri olarak yaşantımıza eşlik ediyor. Bal her bölgenin bitki örtüsüne göre farklılıklar gösterir. Aynı zamanda bal yapısal özellikleri nedeniyle alternatif tıp tarafından kullanıldığı gibi evlerde de bir güzellik iksiri olarak kullanılmaktadır. Bal karışımlı diş macunlarının günlük yaşantımıza girmesi balın ne kadar önemli, etkili bir besin ve tedavi kaynağı olduğunu göstermektedir.
Bitki örtüsü ve bal…
Bal, üretildiği bölgenin biitki örtüsüne göre farklı özellikler içeriyor:
Kestane balı: Kan dolaşımını canlandırır. Kansızlığa karşı öneriliyor. Okaliptüs balı: Akciğer hastalıklarında, idrar ve bağırsak hastalıklarında etkili bir antiseptiktir. Bağırsak parazitlerini giderici etkisi de vardır.

Çiçek balı: En yumuşak baldır. Biberona katılarak veya yoğurtla karıştırılarak verildiğinde hırçın çocukları sakinleştirir. Meyve şekeri içerdiği için şeker hastalarının da küçük dozlarda almalarına izin veriliyor.
Ihlamur balı: Benzersiz bir sakinleştiricidir. Uykusuzlukta, streste ve migren ağrılarında etkilidir.
Çam ve kekik balı: Solunum sistemini dezenfekte eder. Nezle, bronşit ve sinüzit tedavisinde etkilidir. Anzer balı: Besin değeri çok yüksektir. Bulunması zor olan bu değerli bal güçlü bir enerji kaynağıdır. Nekahat dönemlerini ve zafiyeti gidermek için idealdir.

2 Eylül 2007 Pazar

Kestane Balının Önemi

Kestane; Fagaceae familyasının ballı olarak bilinen üç türünden biridir. Koyu kahve renkli, buruk biraz acı ve kestaneye özgü tadı ve kokusu olan bu bal, antiseptik özelliğiyle tanınır. Yaklaşık 30-35 metre yükseklikte olan dalların çiçeklenme zamanı Haziran ve Temmuz aylarıdır. Bal arısı kestaneden hem polen hem nektar hem de salgı toplar. Bal arılar kestaneden nektar toplarken tozlaşmayı da sağlayarak kestane üretimine katkı da bulunurlar. Bitkinin balı da meyvesi gibi koyu kahve renklidir. Kristalleşmesi yavaştır, kristalleştiği zaman çok ince granüller oluşturur. Araştırmalarda antibiyotik özelliğiyle B.Hemolotik streptecoc’lara karşı etkili olduğu tespit edilmiştir. B ve C vitaminleri açısından zengin olan Kestane Balı, kasları kuvvetlendirici, kan dolaşımını düzenleyici, mide ve karaciğer yorgunluğunu giderici, bağışıklık sistemini güçlendirici etki yapar. Kestane Balı, solunum ve sindirim sistemlerine olumlu etkiler yapmaktadır. Özellikle mevsim değişikliklerinde bol miktarda kestane balı tüketilmesi salgın mikrobik enfeksiyonlara karşı bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Bu tip hastalıkların etkisini en aza indirir.

İletişim Kanallarımız

Her türlü sipariş - soru ve önerileriniz için bize aşağıdaki kanallardan ulaşabilirsiniz. Sizlere en kısa sürede yazılı olarak cevap dönülecektir.
Kudret Kuğu
e_mail : kudretkugu@gmail.com
GSM :0532 273 93 91

29 Ağustos 2007 Çarşamba

KARADENİZDEN

1800'lü yıllardan bu güne devam eden, Doğu Karadenizin el değmemiş orman bölgesi olan Giresun Çanakçı Beldesi Taççe dağı yöresine ait kestane ağacı çiçeği ve orman gülün, böğürtlen ...वब çiçeklerden elde edilen organik balın 2007 dönemi hasadı yapılmıştır.

Günümüz şartlarında Tıp dünyasının da peşinde olduğu kestane balı şu anda malesef tüketici talebini karşılayacak miktarda üretilememektedir.

Bu nedenle, üretilen balın sadece şifa amaçlı kullanılması önerilmektedir। Kestane balının faydaları hakkında ise aydınlatıcı bilgi verilecektir.